Hegel´in "Hakikat bütündür." söylemi; ruhumu en çok okşayan, aklıma
mantığıma en uygun gelen ve yaşamın gizli şifrelerini çözen en kilit
tümcelerden biri olarak durur karşımda!
Ne var ki baktığım yerden
gördüğüm manzara odur ki; bir yerde hakikati bütünleyen bir Hegel, diğer
yanda ise eline ne geçirdiyse kategorize eden, bölen, parçalayan,
gruplara ayıran bir insan güruhu vardır. (Ve belki de doğusuna batısına
aldırmadan "bir insanlık" demeli!)
Biri "bütünlük", "total bir
algılama" ve daha ilmi bir ifade ile "feraset" der; öteki ise
siyah-beyaz, zengin-fakir,
kadın-erkek eline ne geçirdiyse böler,
parçalar, gruplar ve o parçaları da kendince kodlamayı ihmal etmez!
"Ah
şu kadınlar!" ya da "Şu erkekler yok mu şu erkekler!" diye başlayan
klasik cümlelerin ardı sıra gelen inciler de, bir türlü anlamlandırmayı
başaramayıp sürekli yadırgadığım ilginç anlayışın bir uzantısıdır.
Bana
göre biteviye bir kör dövüşü olan kadın-erkek kavgası (ya da yarışı)
aslında hiç haz etmediğim bir konu olmakla birlikte; geçtiğimiz günlerde
Hak´ka yürüyen Gazeteci Yazar Duygu Asena´nın kaybı ile yeniden fikrimi
kurcalayan bir husus oldu. Kaldı ki, pek haz etmediğim bir konu
olmasına rağmen kendimce eteğimdeki taşları döküp neden bu konudan
hoşlanmadığıma açıklık getirmeye yönelik kişisel bir dürtümün de
olduğunu fark ettim sanırım.
Zira bir bayan olarak (Bu arada erkek
olsaydım da aynı rahatsızlığı duyacağımdan eminim!) belirlenmiş bir
şablona oturtulup sınırları ve şekli birileri tarafından çizilmiş bir
çerçeveye hapsedilmek hiçbir vakit kabul edebileceğim bir şey değil,
olamaz da! Şayet bayanlar erkeklere, erkekler de bayanlara karşı ise;
ben birbirlerine parmak sallarken aslında kendi şahsi kimliklerini
sınırlayan ve basite indirgeyen bu tarafların hepsine birden karşıyım,
bunun gereksiz tartışmasına detay verip hazır kabullerle yol alan
herkesten rahatsızım!
…..
Nice kadınlar vardır ki; "adamlık"
sıfatını toplumun kendilerine bağışladığı erkeklerin nicesini cebinden
çıkarır ve nice erkekler de vardır ki (yine klişe bir sosyolojik kabul
ile bakarsak) "erkek" demeye bin şahit ister!
Dolayısıyla "Kadın
şudur, budur!" ya da "Bir erkek hep şöyle davranır ve şunları ister!"
türünden gereksiz, sıradan ve bana göre aşağılayıcı, "bireysel duruş"u,
kimliği kökünden baltalayıp atan ve neredeyse kadın ile erkekleri "iki
ayrı yığın"a dönüştürüp ilişki kurma ve yaşama biçimlerini tek
tipleştiren, sıradanlaştıran tanımlama ve yorumların hemen hemen hepsi
abesle iştigaldir!
Zira bunlar tekler, yani bireyler olarak kendi
ellerimizle etrafımıza ördüğümüz kalın mı kalın bir duvardan ibarettir!
Neden duvardır? Çünkü kadınsak bütün kadınlarla aynı kategoride
nitelendirilebilecek biri olduğumuzu, erkek isek de yine bütün
erkeklerle aynı kategoride değerlendirilebilecek biri olduğumuzu
otomatikman kabul etmişiz demektir! Kendi rengimiz, tınımız, duruşumuz,
kişisel girinti ve çıkıntılarımız acımasızca, aşağılanırcasına
tıraşlanmış ve ortaya genel bir standart koyulmuştur. Sıradan, herkesin
bildiği, beklediği ve güya istediği bir standart!
Ben kadınım, sen kadınsın, o kadın…
BİZ kadınız…
Ben erkeğim, sen erkeksin, o erkek…
BİZ erkeğiz…
Bunun
da ötesinde bir kadın ya da erkek olarak eğer eldeki şablona uymayan
yönleriniz varsa derhal bunları yok etmeli ve "belirlenmiş olan kadın ve
erkek tanımlamaları"nın içine sığmalısınızdır. Yoksa sizin için iyi
olmaz; zira sağlıklı bir insan olduğunuzdan, "kadın gibi kadın" ya da
"erkek gibi erkek" oluşunuzdan şüphe duyulur maazallah!
Ve bu
acımasız tıraşlamalarla da tam anlamıyla bir hapis hayatı çıkıverir
ortaya! Örneğin, "Ben bir erkeğim ve bir kadını kazanmanın yolu neyse o
metot üzere giderek hedefe ulaşmalıyım!" anlayışı… Sonrası mı? O hedef
üzere gidilir ve kendisine o klişe metotlarla gelinmesini kabullenmiş,
bu toplumsal kabulü sineye çekmiş, benimsemiş bir hatun kişiye ulaşılır!
(Bu tırnak içinde bir ulaşma tabi…) Ya sonra? Hepi topu bu işte!
Sıradan bir ilişki, sıradan kavgalar, sıradan ayrılıklar ve sıradan
acılar…
Peki neden sıradan acılar çekilip, sıradan ayrılıklar
yaşanır? Çünkü o ilişkiyi daha kuruluş aşamasında bir sıradanlıktır
almış yürümüş, o ilişki baştan ayağı sıradanlık üzerine kurulmuştur da
ondan! Kadın olarak tanımlanan ve tüm koordinatları çizilmiş bir bayana,
erkek olarak tanımlanan ve yine hemen hemen tüm koordinatları çizilmiş
birinin yaklaşması ile başlayan ve "kişisel tını"yı, özgürlüğü gölgede
bile bırakmayan, neredeyse kökünden söküp atan bir klişe serüven
yaşanmıştır! (Yoksa "Toplumca yaşatılmıştır!" mı demeli?) Serüvende
sürpriz olur, gerçek, özgün bir heyecan olur. O nedenle buna bir serüven
bile denilemez belki!
……
Kadınlarla erkekler eşitmiş! Yine aynı
davanın popüler savlarından biri! İyi güzel de, o zaman bu denklemin
kadın ve erkek olarak kodlanan iki ayrı kanadı da kendi içinde eşit
demektir! Aklı başında bir kadın ya da erkek nasıl kabul edebilir ki
bunu?
Hemen öne atılayım, bu bana hiç gelmez mesela! Ne böylesi bir durumu kabul ederim, ne de kabul edeni desteklerim!
"Eşitlik"ten
kasıt eğer temel yaşam hakları ve insan gibi muamele görme
noktasındaysa, zaten mevcudu ikiye bölmenin bir anlamı yoktur; zira tüm
insanların bu bağlamda eşit olduğunu kabul etmek bir "insani
zorunluluk"tur. Yok "eşitlik"ten kasıt "kadın ve erkek cinslerinin
birbirine eşit olduğu" yönünde ise orada tez zaten kendi kendini
çürütmektedir. Zira bunu iddia etmek Prof. Dr. Meral Hanım ile Hatice
Nine´nin, ünlü bilim adamı Kadri Bey ile çaycı Hüseyin Ağa´nın birbirine
eşit olduğunu otomatikman kabul etmek demektir ki; taktir edersiniz ki
bu da imkansız!
İster "Kadınlar ile erkekler eşittir!"
iddiasında bulunalım, ister "Erkek her zaman üstündür!" savıyla yol
alalım, isterse de "Aslında en güçlü ve üstün olan kadındır!" diye
tutturalım nafile! Bunların hiçbirisi sorunu çözmez, çözemez, hatta
sorunun kıyısından bile geçemez! Zira asıl mesele "insan" adı verilen
türe ait teklerin, yani bireylerin sürekli olarak cinsel statüleri
arkasına saklanıp "asıl savaş alanı"ndan kaçmalarıdır!
Altını
çizerek, üstüne basmak ne kelime, üstüne çıkıp tepinerek söylüyorum ki;
en naif şekilde "kadın-erkek rekabeti" olarak tanımlayabileceğimiz bu
kör dövüşü, aslında teklerin işin kolayına kaçmalarından başka bir şey
değildir!
Sosyal psikoloji, tek başına ortaya çıkıp bir şeyi
haykırmakla bir kitlenin arasında hep bir ağızdan slogan atmanın farkını
ortaya koyan çok önemli bir alandır! Alın size sosyo-psikolojik bir
durum! Vatandaşın biri daha "adam" olamamıştır ama dünyaya erkek olarak
gelmesi ona otomatikman "erkeklik" gibi son derece güzide (!) bir sosyal
statüyü hediye edivermiştir! Öte yandan hatunun biri estetiğin
hakikatinden, gerçek bir estetiğin "erdemli bir karakterden geçtiği"
gerçeğinden son derece bihaberdir ama dünyaya göze son derece hoş gelen
bir fizikle gelmiş olması onun ortalarda "içi boş bir özgüven"le
salınmasını haklı kılıvermiştir!
Biri daha "adamlığın cinsiyet ötesi
bir şey olduğunu bilmeden" göğsünü gere gere "Ben bir erkeğim, adamım!"
diye ortalarda dolaşır; diğeri ise daha hayatın ne olduğuna kafa
yormamışken üzerindeki gözlerin verdiği havailikle "Ben bir kadınım!"
diyerek eda ile ortalarda salınır. (Ve eğer Türkiye´de yaşıyorsa "kalça
sallama sanatı"na da mutlaka ağırlık verip kişisel reytingini
yükseltmeyi de ihmal etmez!)
Biri "Ben adamım!" diye diye, öteki de
"Hatunum hatun!" diye salına salına, saçlarını savura savura dolaşsın
ortada; Allah´tan ben bunlardan hiçbiri değilim! Zira kimse beni
kafasındaki sınırlara göre kodlayamaz, ölçüp biçip eldeki yol haritasına
göre anlamlandıramaz; bunu abartısız bir hakaret sayarım!
Eğer biri
bana bir bayan olduğum için "Kadınlara nasıl yaklaşılır?" kitabının
giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden edindiği bilgilerle yaklaşmaya
kalkmışsa vay haline; zira kapıda kaldığının resmidir! (Ki bu vakalar
tecrübe ile sabittir; aynen anlatıldığı gibi vuku bulmuştur! Klişe bir
giriş ve beklendik bir kapıda kalış…)
Erkek olsun ya da olmasın
yaşamda "adam" olmaya niyeti olan her tekin kendine has kriptoları,
kişisel şifreleri vardır. Ve bu şifreler o tekin yaşanmışlığının,
çapının ya da motor gücünün en somut, en net fotoğraflarıdır. Ama uzun
ama kısa, ama zor ama kolay, ama derin ama değil mutlaka vardır! Fakat
siz bu kişisel kriptoları elinizin tersi ile bir kenara itiyor, daha
doğrusu onları keşfetmenin güzelliğinden vazgeçiyor ve sıradan bir
"kadın" ya da "erkek" tabelasının altında saf tutmayı tercih ediyorsanız
onu bilemem!
Bu kişisel bir tercih tabi, "Ben kendi özgün başlığımı
değil, bu tabelanın altında saf tutmayı tercih ediyorum!" da
diyebilirsiniz elbet! Ne var ki sizin bu gereksiz tartışma ve kamuflaj
çalışmalarınız sayesinde bir milim öteye gidemiyoruz! Kocaman bir hayat
sayenizde "tanımlanan ama anlaşılamayan kadınlar"la, yine "tanımlanan
ama kuşatılamayan erkekler" arasında geçiyor! Benim hayatım orda
geçmiyormuş ne fark eder, zira eninde sonunda benim de bir cinsiyetim
var ve beni de dışarıdan bakıp sizin gibi sananlar sıkıcı bir yaşamı
inşa ediveriyorlar etrafıma!
Sıradan bayan arkadaşlar sıkıyor,
sıradan erkekler gereksiz yorgunluk yaratıyor ve yapılacak tonla iş
varken bir kayıkçı kavgasıdır alıp yürüyor!
Bense kafa kağıdımda
"bayan" yazmasına rağmen "adam" olmaya gayret gösteriyor ve genele tuhaf
görünen bu anlayışım nedeniyle bırakın "türünün tek örneği" diye
nitelendirilmeyi, böyle bir tür yokmuşçasına şaşkın bakışlarla
yüzleşmeye devam ediyorum.
Feminist miyim? Yooo! Alakası yok! Peki
kadınlara "Şu erkeklerle gereksiz yarışlara girmeyi bırakın!" diyen biri
miyim? O da değil! Peki ben ne diyorum? Çok basit!
"Bırak sana
verilmiş hazır statülerin arkasına saklanarak kendine rol biçmeyi de
yola çık, kendi statü ve rollerini, kısacası kendini kendin belirle! Bu
kafayla gidersen ister kadın ol, istersen erkek; hiçbir yere
varamazsın!" diyorum.
"Hazırcısın, kolaycısın, sıradansın, siliksin!" diyorum.
"Sıradan
ve başkaları tarafından biçimlendirilerek sürekli kopyalama yöntemiyle
türetilen sıkıcı tanımlamaların içine girmeyi kabul ederek hem kendi
hayatını hem de başkalarının yaşamını baltalıyorsun!" diyorum.
"Bırak
bu ´Kadınlar böyledir!", ´Erkekler şöyledir!´ hikayelerini de işine
bak, olmadı aynaya bak, bakman gereken yerlere bak!" diyorum.
"Sizin
gibi düşünüp bu işlere gömülen kadın-erkek uzmanları (!) yüzünden bir
"iletişim kazası"dır, bir "tembellik"tir, bir "hedonizm"dir, bir
"monotonluk"tur, bir "tektiplik"tir alıp yürüyor!" diyorum.
"Ben bu işten fena bunaldım, imdat!" diyorum!
Daha diyeyim mi?
Şimdi
ben "kadın ve erkeğin doğası"na kafa tutuyor, bunları yadsımaya mı
çalışıyorum? Ya da "toplumumuzda kadın ile erkek arasında bir
adaletsizlik olduğu"nu görmezden gelmeye mi uğraşıyorum? Alakası yok!
Ben
sadece hazırcılığa, sıradanlığa, işin kolayına kaçıp kendi serüvenini
inşa etmeden verilmiş statülerle "adam" sınıfına girdiğini zanneden
kadın ya da erkek tüm kolaycılara meydan okuyup "Şu sıkıcı manzarada
sizin payınız tahmin edemeyeceğiniz kadar büyük!" diyorum!
Hepsi bu!
Yazar : Ayten ÇALIŞ 2006
20/07/2008 : 20:50:46 de yazıldı. Bu yazının ilk yazıldığı orjinal sitedeki başlığın tamamını görüntülemek için tıklayın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder