Tarımsal üretim yaparken kimyasal mücadele yapılmak zorunda mı ?
Aslında konvansiyonel (modern, endüstriyel) tarım yaparken bilimsel şekilde
üretim yapılıyorsa, bir zararlı söz konusu olduğunda yapılması gereken entegre
mücadeledir. Entegre mücadeleye göre de söz konusu zararlıyla şu sıralamalar
araştırılarak (ve bir önceki işe yaramayacaksa bir sonrakine geçerek) müdahele
edilir:
Kanuni Mücadele, Kültürel Önlemler, Fiziksel Mücadele, Mekaniksel Mücadele,
Biyoteknolojik Mücadele, Biyolojik Mücadele, Kimyasal Mücadele
Oysa Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye' de de bir zararlı söz konusu olduğunda
(hatta zararlı hiç gelmeyecekse ve zarar vermeyecekse bile zarar verebilir
endişesi ile) doğrudan son basamağa geçilir ve ilaçlama yapılır. Önceki 6
basamak eğer yasal zorlamalar yoksa değerlendirilmez. tamnland.com
Tarımsal üreticinin zararlılar ile mücadelede kimyasal zehir kullanmasının
sebepleri:
1 - Doğru kullanıldığında hedeflenen etkiyi sağlarlar (Hızlı, kolay, net).
vb..
Aslında DDT’ nin keşfinden önce (yani bu tip kimyasalların kullanılmaya başlanmasından önce) , 1940’ lı yılların başına kadar tarım zararlıları dünya genelinde tüm ürünlerin % 7’ sinde kayba sebep oluyormuş. 1980’ lerin sonlarına doğru kimyasal tarım zehri kullanımı 1940’ lı yılların başlarına oranla tam 12 kat artmış. Ancak asıl ilginç olan, tarımsal zararlıların yol açtığı ürün kaybı %13’ e yükselmiş.
Ha peki kullanılmak zorunda mı? Bence kesinlikle değil. Doğal tarım ve permakültür gibi tekniklerde bu kimyasallar hiçbir şekilde kullanılmaz ancak başarılı örneklerde verim, muadil konvansiyonel üretimlerden düşük değil çoğunlukla yüksektir.
Yani aslında zararları bu kadar bariz bilinmesine rağmen tarım zehirlerinin hala satılıyor olmasının ana sebebi ticari kaygılar ve bunların arkasındaki ekonomik çarktır. Genel temayül bunların yavaş yavaş yasaklanması yönündedir ki ben 2050 yılında dünyada tarımsal zehir kullanımının son bulacağını düşünüyorum. Yani o zamana kadar daha çook zehir tüketeceğiz gibi görünüyor.
Bir meyvedeki zehir kalıntısının insan sağlığına etkileri nasıl ve neye göre belirleniyor?
Bu belirleme çok karışık bir süreç ile oluyor ve detaylarını bilmek bir tüketici açısından önemli.
Tarım kimyasalı firması bir tarım zararlısına etkili bir zehir üretiyor. Önce kendi uzmanları ile denemeler yapıp zehrin nasıl kullanılacağını belirliyor. Ardından satış onayı almak için ürünü satmak istediği ülkenin yetkili mercilerinden onay istiyor. Yetkililer kimyasalı ülke koşullarına ve kültürüne özel olarak denemeler yaptırarak onay veriyor. Bu onay için her bir bitki için ayrı ayrı oluyor ve her ülkede mutlaka denemeler yapılması gerekiyor.
Sonucunda en önemlisi MRL' ler (Maximum Residue Limit) yani Türkçe' si MKS' ler (Maksimum Kalıntı Seviyesi) ve hasat arası süreler belirleniyor. Örneğin bu elmanın satılabilmesi için kimyasalın hasattan en az 21 gün önce kullanılmış olması gerekir ve x etken maddesi en fazla 1 mg/kg kalıntı bırakmalıdır diye tespit ediliyor.
Buna göre şu durumlarda kalıntı çıkabilir (yani Greenpeace raporunda kalıntı çıkmış ürünler buna dayanarak kalıntılıdır deniyor):
1 - Üretici kimyasal için belirlenmiş hasat arası süreye uymamıştır ve kalıntı limitin üzerinde çıkmıştır
Aslında asıl anlatmak istediğim en önemli konu şu, bu limitler belirlenirken tüketilecek ürünün o ülkede genel olarak nasıl tüketildiğine göre de karar veriliyor. Ve bu sebeple aynı etken maddenin MKS' si otoritelerce farklı farklı belirleniyor. Bu fark o ürünün bir oturuşta ne kadar tüketildiği, çiğ mi pişmiş mi, kabuklu mu soyularak mı tüketildiği, kimyasalın kalıntısının ürünün daha çok neresinde kaldığı, ürünün yetişme ve hasat mevsimi ve dönemsel iklim vb. gibi bir çok kritere göre değişir. Örneğin raporda en çok kalıntı çıkan etken maddelerden boscalid' in MKS' si narda 0,02 mg/kg iken çilekte 10' dur.
Bu durumda şunları söylemek de gerekir:
1 - Bir kimyasal kullanıldığında genel olarak kalıntısı az ya da çok tüketilecek ürünün üzerinde olur. Yasak olan, belirlenmiş limitlerin üzerinde olmasıdır.
Bir üründe tarım ilacı kalıntısı nasıl tespit edilir ?
Bunun için analiz edilmek istenen üründen 2 kg kadar örnek alınır ve laboratuara gönderilir. 200 TL civarı bir ücret ödeyerek 100-200 kadar etken maddenin o üründe bulunup bulunmadığı veya ne kadar bulunduğu öğrenilebilir. (Etken madde kimyasal maddenin içinde asıl etkiyi yapan ana kimyasaldır. Etken maddenin dışında tarım ilacında su, çeşitli bağlayıcılar, dağıtıcılar, askıda tutucular vs de bulunur. Genelde önemli olan etken maddedir.)
Kalıntı analizinin olumlu çıkmış olması ürünün güvenilir ve sağlıklı olduğunu kanıtlar mı ?
Maalesef tamamen kanıtlamaz. Çünkü şunlar olabilir:
- Laboratuar hata yapmış olabilir.
Sonuç ve Öneriler
Yine önemli ama iç karartıcı bilgiler verdim. İnsan sürekli yediği ve yemek zorunda olduğu gıdalar ve onların nasıl üretildiği hakkında bilgilendikçe mutlaka daha iyi besleniyor ancak her lokması da belki boğazına diziliyor. (Bu arada belirtmek istiyorum ki bu sakıncalar sebebi ile işlenmiş-ambalajlı ürünleri taze, doğal gıdalardan daha faydalı asla sanmayın. Bence her durumda işlenmemiş ürünler dikkat edildiğinde işlenmiş-ambalajlanmış gıdalardan iyidir.)
Bu sorunların çözümü için ana nokta, özellikle gıdada üretici ile tüketicinin iletişimde olabileceği bir gıda tedarik sistemi kurulması ile çözülür. Ayrıca bu tedarik sistemi gıdanın uzun mesafelere taşınmasını da önleyici yapıda olmalı ve
gıdalar insan DNA' sının alışık olduğu şekilde en çok 50 km uzaktan gelmelidir (bir insanın günlük yaklaşık azami yürüme mesafesi). Üretici ile tüketiciyi buluşturan yerel üretim, yerel tüketim sisteminde yukarıda "vah vah" dediğiniz tüm sorunlar en aza inecektir. Tarım kimyasalı kullanımı azalıp belki sona erecek, tüketici biraz yamuk yumuk ürünleri de almaya ikna olacak, üretici üretimini olabildiğince organik yapacaktır.
Bu arada bu önerimi okuyanların "Peki İstanbul gibi büyük şehirler?" dediğini duyar gibiyim. Açıkçası birçok büyükşehirde son 50 yıla kadar hemen hemen bahsettiğim sistemle gıda tedarik ediliyordu. Bugün bu artık yapılamıyorsa sorun bu sistemin hatalı veya zayıf olması değil, şehirlerin olmaması gereken şekillerde ve boyutlarda yapılanmış olmasıdır. Dolayısı ile tüm şehirler gibi İstanbul da uzun dönemli bir planlama ile yerel üretim, yerel tüketim sistemine uygun bir yapılanma içerisine girmek zorundadır. Şehir bahçeleri, balkon bahçeleri vb. gibi imkanlar kullanılmalıdır.
Aksi halde iyi gıdaya (hele şehirlerde) ulaşmak pek mümkün olamayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder